Kabir Azâbı
Alimler Meclisi
Kabir Azâbı
- 2024-06-10 18:13:31
- Yediulya
Kabir azâbı, duyularla bilinemeyen, akılla kavranamayan, âyeti kerîmelerin delâleti ve Sevgili Peygamberimizden (sav) naklolunan mütevâtir ve sahîh hadisler yoluyla öğrendiğimiz, îmân edilmesi gereken gaybî konulardandır.
Kabir azâbı, inkâr edenler ve tevbe etmeden ölen bazı günahkâr mü'minler için sâbit olup kişi denizin dibinde, yırtıcı hayvanların mîdelerinde bile olsa haşredilmeden önce gerçekleşecektir. Kabir azâbının; 1. Yalnızca rûha, 2. Yalnızca bedene, 3. Hem rûha hem bedene olacağı şeklinde 3 görüş vardır. Mü'minlere düşen, kabir azâbının hakîkatini kabûl edip keyfiyetiyle meşgûl olmamaktır. ‘Bazı günahkâr mü'minler’ denmesinden, Allah Teâlâ’nın dilediği kullarını afvedip onlara azâp etmeyeceği anlaşılmaktadır. Bununla birlikte tâat ehli olan mü'minler kabirde nîmete kavuşacaklardır.[1] Söz konusu olan bu nîmetlendirilme ve azap görme hâli, Allah Teâlâ’nın kabir hayâtında olan kimselerde nîmeti ve azâbı hissedecekleri miktarda bir hayat çeşidi yaratacağı anlamındadır. Bu da rûhun bedene iâde edilmesini, ölünün hareket etmesini ve azâbın ölü üzerinde görülmesini gerektirmez. Zîrâ yeşil ağaçta ateşi gizleyen Allah (cc), kabirde azâbı ve nîmete kavuşmayı da gizlemeye güç yetirir. Bu, tıpkı Rasûlüllâh’ın (sav) yanında bulunan Ashâb-ı Kiram’ın, vahiy meleği Cebrâil‘in (as) vahiy getirdiğine onu görmeden inandıkları gibidir.[2]
“İmam Gazâlî kabir azâbını sorgulayan kişi için şu benzetmeyi yapmaktadır: Ameli ve ibâdeti terk edip kabir azâbının hâsıl olup olmayacağını araştırman, sultânın birini yakalayıp onu ellerini ve burnunu kesmek üzere hapse atması ve bu kimsenin, "Acabâ ellerim ve burnum, kılıçla mı yoksa bıçakla mı yoksa usturayla mı ya da başka bir âletle mi kesilecek?" diye sabaha kadar düşünmesi ve ondan kurtulma çârelerini hiç aramaması durumuna benzer. Bu ise cehâletin tâ kendisidir.”[3]
Ehl-i Sünnet ulemâsına göre; itâatkâr mü'minlerin kabirde nîmetlendirilmesi, kâfirlerle bazı günahkâr mü'minlerin azâba uğraması, Münker ve Nekir adlı meleklerin kabirde sorguya çekmeleri haktır. “Kâfirler ve fâsıklar için hüküm verilir. Kötü amellerinden dolayı kabirde azap edilirler.”[4]
KUR'ÂN’DA KABİR AZÂBI
Dediler ki: Ey Rabbimiz! Bizi iki defa öldürdün ve iki defa dirilttin. Günahlarımızı itirâf ettik. Bizim için bir çıkış yolu var mı?”[5] Bazı âlimler bu âyeti şu şekilde tefsîr etmişlerdir: Onlar, babalarının sulblerinde ölü kimseler iken Allah (cc) onları dünyâda dirilmiştir. Sonra dünyâda tekrar ölmüşler ve daha sonra kıyâmet gününde yeniden diriltilmişlerdir. İşte bu, iki hayat ve iki ölümdür. Burada kastedileni de şu âyet desteklemektedir: “Siz ölüler iken Allah (cc) sizi diriltti. Sonra sizi tekrar öldürür ve sonra da tekrar diriltir.”[6] Bazı âlimler ise şu şekilde tefsîr etmişlerdir: Ecelin gelip bedenin ölmesi iki ölümden biridir. Sonra Allah (cc) onları kabirde diriltir sonra tekrar öldürür. Sonra da kıyâmet gününde yeniden diriltir. İşte bu, iki ölüm ve iki hayattır. Bu iki görüşten ikincisi kabir azâbının varlığına delildir. Çünkü babalarının sulblerinde ölü kimseler iken onlar hakkında tekrar ‘bizi öldürdün’ denilemez.[7]
“Onlar sabah-akşam bu ateşe arz olunurlar. Kıyâmet kopacağı günde firavun ve yârânını en şiddetli azâba girdirin denilir.”[8] Âyette geçen “sabah – akşam” kelimeleri sürekli olarak azap edilirler anlamını ifâde eder. Bu da dünyâda, dolayısıyla kabirde azâbın başlayacağına delildir.[9]
“Çevrenizdeki bedevîler içerisinde münâfık olan kimseler vardır. Medîne ahâlisi içerisinde de nifâk üzere yaşamada inatçı olan münâfıklar vardır. Sen onları bilmezsin. Biz biliriz. Onlara iki defa azap edeceğiz. Sonra onlar büyük bir azâba atılacaklardır.”[10] Bu âyette ‘büyük bir azap’ ile cehennem azâbının kastedildiği açıktır. “Onlara iki defa azâp edeceğiz” kısmında iki azaptan öldürülme ile kabir azâbı veya dünyâ ve âhirette rezîl edilmek ile kabir azâbı kastedilmektedir.[11]
“Muhakkak ki zâlimler için bundan (kıyâmet günündeki azaptan) başka bir azap daha vardır. Fakat onların çoğu bunu bilmez.”[12] Bu âyette geçen başka bir azap, Bedir savaşında öldürülme, yedi yıl kıtlık ve kabir azâbı olarak tefsîr edilmiştir.[13]
“Yemîn olsun ki onlara (âhiretteki) en büyük azaptan başka yakın bir azâbı da tattıracağız.”[14] Yakın azap kabir azâbı, en büyük azap ise cehennem azâbıdır.[15]
HADÎS-İ ŞERÎFLERDE KABİR AZÂBI
Kabir azâbıyla ilgili olarak Hz. Peygamber’den gelen hadislerin sayısı oldukça çoktur. Bunların bir kısmına yer vereceğiz. Enes b. Malik (ra.) buyurdu ki: “Resûlullah (sav) ve Bilal, Bakî’ mezarlığında bir ara dolaşırken, Hz. Peygamber (sav) ânîden: "Ey Bilal! Benim duyduğumu sen de duyuyor musun?" diye sorunca o: "Yâ Resûlallah! Vallâhi bir şey duymuyorum" diye cevap verdi. Bunun üzerine Resûlullah (sav), Câhiliye zamânında ölmüş olan kişileri kasd ederek: "Bu kabir sâhiplerinin azap edildikleri (çığlık) seslerini duymuyor musun?" buyurdu.”[16]
Hz. Âişe (r.anha)'dan rivâyet edilmiştir: O’nun yanına bir Yahudi kadın girip, kabir azâbını zikretmiş, akabinde de Hz. Âişe’ye hitâben: Allah seni kabir azâbından korusun diye duâ etmiş. Bunun üzerine Hz. Âişe, Resûlullâh’a kabir azâbını sormuş. O da: “Evet, kabir azâbı (haktır, vardır)” buyurmuştur. Hz. Âişe: Ben bundan sonra Resûlullâh’ın hiçbir namaz kılıp da kabir azâbından Allâh'a sığınmayı terk ettiğini görmedim, demiştir.[17]
Ebu Hüreyre (r.a)’ın, Resûlullah (s.a.v)’den aktardığına göre, Resûlullah (s.a.v) şöyle demiştir: “Allâh’ım kabir azâbından Sana sığınırım. Cehennem azâbından Sana sığınırım. Hayâtın ve ölümün fitnelerinden Sana sığınırım, Mesih Deccal’in fitnesinden de yine Sana sığınırım.”[18]
İbn Abbas (ra.)’dan şöyle rivâyet edilmiştir: Hz. Peygamber (sav) iki tâne kabre rastladı ve şöyle buyurdu: “Bunların (bu iki kabrin içinde yatan ölüler) ikisi de azap görüyorlar. Bunlar büyük günahtan dolayı azap görmüyorlar. Şu kabrin sâhibi koğuculuk yapıyordu (İnsanlar arasında söz taşıyordu). Diğeri ise küçük abdestinden korunmuyordu.” İbn Abbas dedi ki: Sonra Allah Rasûlü bir yaş dal alıp ikiye böldü ve bunları kabirlerin üzerine dikti. (Orada bulunanlar) dediler ki: “Ey Allâh’ın Rasûlü bunu niye yaptın?” Hz. Peygamber (sav) de: “Ümît edilir ki, bunlar kurumadıkça onların azapları hafifletilir.”[19]
Peygamberimiz (sav) kabir suâlini anlattıktan sonra, kâfir ve münâfıklar cevap veremeyince onlara yapılan azâbı şöyle anlatır: “...Sonra demirden bir tokmakla ensesine öyle bir vurulur ve kâfir yâhut münâfık öyle bir bağırır ki, insan ve cinden başka, ona yakın olan her şey onun feryâdını işitir.”[20]
Ebû Hureyre’den (ra) nakledilen bir hadiste Hz. Peygamber (sav), İbrâhim sûresinin 27. âyetini (Allah sağlam söze îmân edenleri hem dünyâ hayâtında hem de âhirette sağlam tutar; Allah zâlimleri de şaşırtır ve Allah dilediğini yapar.) okuduktan sonra şöyle buyurmuşlardır: “Bu, ona kabrinde: “Rabbin kim? Dînin ne? Peygamberin kim?’ denilip de onun: ‘Rabbim Allah, dînim İslâm, Peygamberim de Muhammed (s.a.s.)’dir. Bize Yüce Allah katından açık deliller getirdi, ben de ona îmân ettim ve onu tasdîk ettim’ dediği zamandır.”[21]
Genel olarak kabir hayâtını bize haber veren hadislere baktığımızda; kabirde kâfir, müşrik ve münâfıkların azap göreceği gibi mü’minlerden günahkâr olan bazı kimselerin de azap göreceği, gıybet ve koğuculuk yapmak, borçlu olarak ölmek, yalan söylemek, zinâ etmek, fâiz yemek, Kur'ân’la amel etmemek, içki içmek gibi fiillerin de kabir azâbına sebep teşkîl ettiği anlaşılmaktadır.
SONUÇ YERİNE
Kabir azâbı îmân edilmesi gereken gaybî konulardan olup Kur'ân, sünnet ve icmâ ile sâbittir. İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe’ye göre kabir azâbıyla alâkalı âyetler te’vîle imkân vermeyecek kadar muhkemdir. Dolayısıyla kabir azâbını inkâr kişiyi küfre götürür.[22]
Allah Teâlâ doğruyu en iyi bilendir.
[1] Ramazan b. Muhammed el-Hanefî, Şerhu’l-li-Ramazan Efendi alâ Şerhi’l-Akâid (İstanbul: Salâh Bilici Kitabevi Yayınları, yt. yok), 221.
[2] Muslihuddin Mustafa el-Kestelî, Hâşiyetü’l-Kestelî alâ Şerhi’l-Akâid (İstanbul: Salâh Bilici Kitabevi Yayınları, yt. yok), 134.
[3] Abdullah Özüçalışır, “Kabir Azâbı Var Mıdır?”, İlahiyat Araştırmaları Dergisi 13 (30 Hazîrân 2020), 103-130.
[4] Molla Ali b. Muhammed el-Kârî, Dav’ü’l-Meâlî Şerhu Bed’i’l-Emâlî, thk. Hâlid Ali Zeynüddin (Dimaşk: Dâru’l-Beyrûtî, 2011), 152.
[5] el-Mü’min, 40/11.
[6] el-Bakara, 2/28.
[7] Muhammed b. Muhammed b. Mahmûd Ebû Mansûr el-Maturîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, thk. Mecdî Bâslûm. (Beyrut : Dâru’l-Kütübi’l-ilmiyye, 2005), 9/10.
[8] El-Mü’min, 40/46.
[9] Ebu’l-Berakât Abdullah b. Ahmed b. Mahmûd Hâfizuddîn en-Nesefî, Medâriku’t-Tenzîl ve Hakâiku’t-Te’vîl, thk. Yusuf Ali Bedîvî. (Beyrut: Dâru’l-Kelimi’t-Tayyib, 1998), 3/214.
[10] et-Tevbe, 9/101.
[11] Nesefî, Medâriku’t-Tenzîl, 1/706.
[12] et-Tûr, 52/47.
[13] Nesefî, Medâriku’t-Tenzîl, 3/388.
[14] es-Secde, 32/21.
[15] Ebu’l-Abbâs Ahmed b. Muhammed b. El-Mehdî b. Acîbe el-Hasenî el-Fâsî, el-Bahru’l-Medîd fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-Mecîd, (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-ilmiyye , 2002), 4/397.
[16] Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 259.
[17] Buhârî, Cenâiz, 126.
[18] Buhârî, Cenâiz, 87; Nesâî, Cenâiz. 2033.
[19] Buhari, Cenâiz, 87, Vudû, 54, 55, Müslim, Taharet, 34.
[20] Buhari, Cenaiz 66, 85.
[21] Müslim, Cennet, 51; Ebû Dâvûd, Sünnet, 27.
[22] Ebû Hanife Nu’mân b. Sâbit, el-Fıkhu’l-Ebsat (el-İmârât: Mektebetü’l-Furkân, 1999), 137.